2 Mayıs 2008 Cuma

sek-sek-iz

1, 2, 3, 4-5, 6, 7... Eğilip taşı alması ve geriye dönmesi yeterliydi kazanabilmesi için. Şimdiye kadar çizgiye bastığına hiç şahit olamamıştı diğerleri. Bir yandan da kulağı akşam ezanındaydı. Nitekim vaktin yaklaştığını hissediyordu. Bu onu tedirgin ediyordu çünkü akşam ezanı eve dönüş için bir ulaktı. Mahalledeki hemen hemen her aile gibi onlar da akşam ezanının akabinde yemeğe otururlardı. Annesinin sofrada herkesin bulunmasını istediğini bilmesine karşın, onun acelesi babasını sadece akşam yemeklerinde ve sonrasındaki birkaç saat zarfında görebilmesinden kaynaklanıyordu. Babası uzunca bir süredir çift vardiya çalışıyordu kavramakta zorlandığı bir nedenden ötürü. Bazen zamanın babasını yavaş yavaş çaldığını düşünüyordu kendisinden. Asıl korkusu adını unutabileceği düşüncesiydi. Bu aklına geldikçe hızlı ve sinirli bir şekilde nefes aldığını farkediyordu. Öte yandan, acelesinin diğer nedeni ise: Her başlayan yeni günün yeni oyunlara gebe olmasıydı. Oynanan oyunlar, kanayan dizler, şişen ve moraran gözler, birbirine küsen çocuklar dünde kalıyordu. Yeni günde her biri az evvel tanışmışcasına yeni oyunlara başlıyorlardı. Belki de zamanın peşimizden getirdiklerinden bağımsız olduğu için vazgeçilmezdi sokak oyunları. Oyunu bitirmek üzere olduğu hatrına geldikçe daha hızlı hareket etmesini fısıldıyordu içten içe. Nazire yaparcasına ulağı saldı sokaklara. Zamanın işgalciliğini hissetti ulak etrafını sararken, ve usulca kulağına fısıldadı: "Oyun bitti!"... İçindeki yankıya kulak kesilen oyun arkadaşlarıyla evlerinin yolunu tuttular ilahi bir emir almışcasına. Adem'in evi mahallenin aşağı ucundaydı. Meydandaki çınarın dibinde yine aynı saatte buluşacaklarını tekrar hatırlattıktan sonra son arkadaşına, yürümeye devam etti. Her seferinde yolun son kısmını tek başına yürürken, cebinde kalan tebeşir tozlarını temizler; kapıyı çalmadan merdivenin altına diğerlerinin yanına koyardı cebinde kırılanları. Son bir kez üstünü başını düzelttikten sonra, aslanbaşlı kapı tokmağına bakarak kapı açılana kadar yumrukladı. Tak...tak...tak...

Ve kapı açıldı. Ardından kapanırken aklında sadece numarasının 8 olduğu kalmıştı. İlk farkettiği loş, uzun ve dar bir koridorda olduğuydu. Sanki yarım kalan bir işi tamamlamaya gelmişcesine yerdeki açılmış boya kutusunun yanındaki fırçaya uzanmıştı. Fırça gidip gelirken tutkunun kırmızı yansımasıydı hakim olan duvara. Daha önce hissetmediği bu duygu karşısında ürkmüştü benliği. Diğer yandan, bir anda bu duyguya sanki onsuz olmazmış gibi bağlanabilmesine şaşırmıştı. Aynı zamanda korkmuştu da. Ne yapardı onsuz? Bu algıyı nesneye yükleyip sahip olmak istediğini aklından geçirirken, tutku boyalı henüz kurumamış duvardan çıkıverdi bir fettan. Artık onun ayakizlerinde ileriyordu etrafına bakmaksızın. Yolunu yolu biliyor, garip bir şekilde güven hissediyordu ona karşı. Aklını başından alıyordu kokusu. Gözlerini bağlamış, şehvete aç bedenini peşinden sürürken, arada bir kulağına bir şeyler fısıldıyordu fettan: Geride kalacak olan bu yolculuğun kutsal olduğunu ve adına "aşk" denildiğini. Bu yüzden kendisini sadece doğanın ritmine, süregelene bırakmasını istedi. Ve bir daha hiç konuşmadı kuytu bir köşeye açılan bir kapı görene kadar. Adımlarını hızlandırmıştı fettan. Artık yetişmekte zorluk çekiyordu. Canhıraş bir çaba ile atılıp elinden yakalayabildi. İçinde o uzaklaştıkça azaldığını hissettiği tutkuyu daha rahat algılamak istercesine bir an durdu. Derin bir nefes aldı. Tutku soluduğunda bedeni ve yeterince kaybolduğunda benliği dudaklarının ıslaklığında ötekinin, elinin sıcaklığını hissediyordu ondan habersiz çekip gidenin kapı tokmağında. Nedensiz çekip gitmişti. Ne bekleyebilirdi ki? Zaten ondan habersiz çıkagelmemiş miydi? O gittikten sonra yavaş yavaş kanının çekildiğini, daha da ağırlaştığını hissetti hareketlerinin. Kapı tokmağını ağır ağır çevirdi. Ne kadardır o şekilde beklediğinin farkında değildi. Gıcırdayarak açılan kapı dikkatini toplamasına yardımcı olmuş, içeriye girmeden kapı numarasının 8 olduğunu farkedebilmişti. Fakat bu numaraya bir anlam veremiyordu. Geriye dönemiyor olması daha çok canını sıkıyordu kapı numaralarının aynı olduğu aklına geldikçe.

İçeriye girdiğinde gözbebeğinin büyümesi zaman aldı. Alıştığında karanlığa haykırmak istedi: "Kimse yok mu?"... Uğursuz bir baykuş gibi uğuldadı sadece derinden. Ellerini yüzüne götürdü. Bir ucundan diğerine özenle dikilmiş dudaklarını hissettiğinde, ikinci kez yankılandı uğursuz baykuşun uğultusu karanlıkta. El yordamıyla bulunduğu yeri kavramaya çalışıyordu. Etrafının yapışkan bir akışkanla kaplandığını anladığında, keskin kokunun nedenini anladı. Kan... Nefes aldıkça başı dönüyor, algısı zayıflıyordu. Sanki her adımında ağırlaşıyordu. Korkularıyla körebe oynuyordu kaybetmeye dünden razı. Bu sürüncemeyi sona erdirecek olanı bekliyordu. Tek bulmak istediği diğer dehlize açılan kapıydı. Kör bir koşu başladı bulmayı umduğuna doğru. Yalpalayarak, sağa sola çarparak ilerliyordu. Keskin kan kokusu ve karanlık dışındaki tek farkındalığı ilerlediğini hissetmesiydi. Kanlı ellerinin kapıda bıraktığı izi karanlıkta göremese de numarasından emin olduğu kapıya bakmadan aceleyle tokmağını çevirdi. Neredeyse elinde kaldığını düşündü bir an. Sadece bir an çünkü içine girdiği yeni dehlizin öncekilerin devamı olduğunu bilse de bu döngünün içerisinde yok olmak istemiyordu. Giderek ağırlaşan bedenine, daha ne kadar süreceği kuşkusu eşlik ediyordu.

Bir leke gibi hissetti kendini uçsuz bucaksız beyazlıkta. Öncekinin aksine boydan boya beyaza bürünmüştü dehliz. Kendisini mürekkebe benzetti. Düşünceleri dağılıp iz bırakıyordu adım adım. Yürüyüş ritmi birden bozuldu. Hayal gördüğünü zannetti. Ancak dokunabilecek kadar yaklaştığında inanabildi gördüğü şeyin bir ayna olduğuna. Yansımasına bakarken uzunca bir süredir geriye bakamadığını hatırladı. Daha rahat görebilmek için arkasında bıraktıklarını, birkaç adım geriledi. Tekrar baktığında hiçbir şey görememek onu daha çok şaşırttı. Sonra kendisine baktı dikkatlice. Bir yabancıyla karşılaşmışcasına süzdü. Ceplerinin dolu olduğunu farkedince istemsiz ellerini cebine götürdü. Bir taş kadar ağırlaşmış hayalkırıklıkları acıttı canını. İlerlemesini zorlaştıranın, onu yoranın hayalkırıklıkları olduğu açıktı. Neden sonsuz arzulara sahipti sonlu hayatında ademoğlu? Hayatın, sonsuz arzularının hemen hemen hepsini hayalkırıklığına dönüştürerek cebine koymuş olduğunu düşündü. Aslında hayatın bu hamlesine fırsat tanımadan, insanoğlu doymakbilmezliğini dizginlemeyi öğrenebilse, kendisine karşı daha dürüst olmayı başarabilecekti. Aklının derinliklerinde gezinirken, birden sözcükler dökülmeye başladı dudaklarından. Kendisine ait değillerdi ama bir o kadar da tanıdıktılar. Boşlukta yankılanan sözcüklere kulak kabarttı. Şöyle buyurdu Zerdüşt:

"Kendi alevinle yakmaya hazır olmalısın kendini
Önce kül olmadan nasıl yeni olabilirsin ki?"

Derinlerden gelen bu çağrıya ayak uydurarak, ceplerindeki taşları savurdu aynaya doğru. Kendisine fırlattı gözünü bile kırpmadan, yine kendinden geleni. Yansıması tamamen yok olduğunda, aynanın arkasındaki gerçek belirdi. Elinde son bir taş kalmıştı. Oyun sona ermeliydi. Taşı sıkarak sekmeye başladı. 7, 6, 5-4, 3, 2, 1...
01.05.08 , 00:24